Pazartesi, Nisan 2

Bir Çay Dükkanı - Premium Steap

Çayı oldum olası sevmedim. Bizim oralarda çay biraz demli olur. Küçük ince belli bardakta, tabiri caiz ise zift gibi siyah olarak içilir. Benim gelişim çağımda bu içeçek hiç güzel gelmezdi. İçmedim, uzun bir süre. Belki bir bardak, o da açık. Hele ki normal çayın dışında içerisine iran çayı veya kaçak çay diye tabir ettiğimiz başka çaylar ile harmanlanmış çayları hiç içemezdim. Şanslı olmalıyım ki, nane, kuşburnu çayları imdadıma yetişti. Ve herkeste olan bir çay içelim alışkanlığı ben de kahveye dönüştü. Ders çalışma ve daha sonra çalışma süresince kahve çok tüketemediğim için, aslında kahve öyle çay gibi iki bardak arka arkaya içilen birşey değil zaten, başka çay arayışlarım devam etti.


Premium Steap photo by K. Ciappa
Phildelpia'daki arkadaşımda denediğim ve çok hoşuma giden çayları ikinci gün gidip almıştım. Şimdi çaylarımın dibi gelmeye başlayınca, burası ile ilgili biraz araştırma yaptım. Malesef US dışına göderdiklerini belirten bir ibare yok. Artık gelenden isteyeceğim.

Ben iki tip çay almıştım. İkisi de yeşil çay , bir tanesi " yasemin ve naneli", diğeri ise " passion fruit". İkincisinin türkçeye çevirilmişi bir anlam ifade etmediği için çevirmedim. Bizim lokman hekimlerden farklı bir dükkan. İçeri girdiğinizde, oturabileceğiniz bir kaç koltuk var. Ve raflarda onlarca kavanoz. İsterseniz orada içebiliyorsunuz, isterseniz alıp evinizde. Çayların isimlerini okurken, bukadar da çeşit olabileceğini hiç düşünmediğimi farkettim. Hatta bunların hepsini ka. günde denerim hesabı bile yaptım. Sizi gülümsemesi, çok özenli kıyafeti ile orta yaşlarında bir bayan karşılıyor ve çaylarını size isterseniz saatlerce anlayabiliyor.

Çayların yanında çay aparatlarını bulmakda mevcut. Ben valizimde kırılmayacaklarına emin olmadığım ve önümde gezerek geçireceğim daha bir hafta olduğu için ilgilenemedim. Ama çok zarif çay takımları bulmak mümkündü. Ohjoy'un blogundan çekmiş olduğu fotoğrafı buldum. Bakınız,


Dükkanın adı Wayne Tea Salon,adresi ise PREMIUM STEAP 111S 18th Street Philadelpia.
Umarım bu kadar kaliteli, güzel ve çeşitli çayları buralarda da bulabilirim.

Limon Çiçeği

Hiç Anne Dememiş Olmak

Daha 1.5 yaşındaydı annesi onu bırakıp gittiğinde. Yıllarca hatırlamadı yüzünü. Annesi gidince sığındığı babasıda 1 yıla kalmadan gitti, bıraktı onları yalnız babannenin ocağına, bırakıverdi ...

Annesinin yüzünü hatırlayamıyorken daha babasının yüzünü unuttu. Babasının yırttığı resimlerin yarısında annesinin yüzünü hayal etti, bir zaman sonra o resimleri de unuttu.

Ağzından çıkmadı o kelime, ta ki 22 yaşına gelene kadar. Çıkıp gelince annesi, durdu, kaldı. Ağzı açılmadı, ses çıkmadı, gözleri dolmadı, sadece dondu kaldı. Geçmişi ile bir buluşma ve bir geleceksizlik hali. Bitti içindeki bütün öfke. Ne çok ağlamıştı oysa, yıllarca ağlamıştı, annesizliğine - babasızlığına. Çevresinde "annem aldı" " annem gelecek" " anneme söylerim" sözleri hep bir düğüm daha dizmişti boğazına.. Ve şimdi şu an burada annesi burada karşısında dururken her düğümü daha da bir daralıyordu, nefes alamıyor, ses çıkartamıyor. Ve o anlamadığı hiçlikte, boşlukta yok oluyordu.

Sonra ellini geriye doğru salladı, sanki gördüğünün rüya olduğunu anlamış gibi ve geçip gitti kadının yanından. Sonra çok denedi anne demeyi ama hep "a .." harfinde takıldı, düğümler daraldı yine, yine nefessiz kaldı, yine karanlığa boğuldu ...

Bir daha elini geriye doğru salladı, olanları hiç canı yanmadan kabul edebilmiş, edebilirmiş gibi.

Yakınlardan bir hikaye, ne çok dram var aslında çevremde, ne çok tramva ve herkesi kendi mücadelesinde tebrik etmek gerek. Nasıl bu kadar güçlü olabildiğimizi merak etmekle birlikte.

Herkese iyi geceler.

Pazar, Nisan 1

Darbe Görmüş Gençliğin İçi

X kuşağı, Y kuşağı derken bir de Z kuşağı çıktı. Kendimi hep X kuşağında görme eğiliminde olmuşumdur. İşe ve işyerine sadakatim, kişisel başarıdan çok takım başarısına olan inancım, kariyer aptallarına tahammülsüzlüğüm, reklam kokan konuşmaları içten içe alaya almalarım... X kuşağıyım diye düşünürüm. Parayı dert etmeden, işe göre çalışıp sonra terfi , zam isterim. Aldığım maaşa göre çalışmam. Fazla mesaiye kalındığı için iptal ettiğim etkinlikleri, yanan tiyatro - konser biletlerimi çok laf etmem. Tatilde aranmaktan rahatsız olmam ...
Oysa hep bir tarafım var ki, içimde sık sık karşıma çıkan bir taraf. Anarşistliğin alev alev yandığımı, bütün düzeni beğenmeyip elimde kırmızı bir kalem ile düzeltme isteği, çok kırmızılı olduğu için yıkıp herşeyi baştan yapma gerekliliği. Darbe öncesi kuşağın genlerinde olan birşey mi? Yoksa darbeyi daha bilinçaltı kodlanmamışken yaşamış yaşayan gençliğin akibeti mi ? Darbe zamanında 0*6 yaş arasında olan çocukların, bebeklerin içine kazınmış olabilir mi ?

Bir karşıyım otorite dedikleri düzene, bir karşıyım sisteme, ve dahasında sistemsizliğe . Sizinde içinizde var mı o anarşistlik, yoksa siz darbe sonrası doğup üniversitede "cool" takılmak için mi yeşil parkalar içinde rol yaptınız ? Ben yeşik parka giymedim, eylemlerde ön sırada olup slogan atmadım ama ne iş yaparsam yapayım; hangi konuyu incelersem inceleyeyim yıkıp herşeyi yeniden yapasım var. 

Bu açıdan bakında ben hangi kuşağım acaba ?

Herkese iyi haftalar