Pazar, Kasım 4

Her Gidilin Gelişi Var mıdır ?

Sanmam.

Bazı gidişler vardır ki, bilmeden gidiverirsin. Geçiverirsin, kaldığın yerden. Akıverirsin bir anda ve bilmeden nereye gittiğini, aslında düşünmeden de çok fazla gidivermişsin.

Her gidiş aslında bir başkası olabilmek, kendinden vazgeçebilmek için bir adımdır, bir rıza göstermedir. Razı gelme ... Gidişleri planlayamadığın gibi gelişleri de bilemezsin veya hiç bir zaman tekrar eskiye gelememezsin.

Ruhumun dehlizlerinde kaybolmaya gittim. Yine ben yolda doğru gittiğimi sanırken, yol beni getirdi istediği yere. Ben de artık karşı çıkmanın çaresizliği ile tevekkül verdim. Bıraktım kendimi, açtım kollarımı kocaman, sımsıkı yumdum gözlerimi ve kabul dedim. Dünyaya gelirken dağılmış ruhumun parçalarını arayışlarım bitmedi, bitemedi ve ben na-tamam bir halde halen bir eksiklik ile devam etmeye çalışıyorum kendimce. Gittim. Bu sefer hangi parçam kalacaktı orada, hangi parçamı alıp gelecektim, bilmeden gittim.

Giderken beni bırakıp gittim, yeni biri olma kaygısı olmadan, eskisine sadakat yeminini kırarak ben gittim. Kendimden çok sıkılmışken ve kendimi yine yeni ve yeniden sevmeye çalışırken, bırakıverdim ve gittim.

Ne mi buldum, ruhumun kayıp kocaman bir parçasını. Kavuşmanın heyecanı, kavuşmanın sıcaklığı ve kusursuzluğu ile karıştırdım ruhlarımı. Özlemlerini giderenler gibi ayrılıp ayrılıp sarıldılar, zaman verdim, yıldızların altını onlara bıraktım. Her yıldız kaydığında biraz daha ayrılıp, sonra birleştiler. Kaynaştılar, karıştılar, bir oldular... Hatırladılar BİR oldular.




Her gidişte kimyası değişir aslında insanın, havasız odalarını açar kalbinin, olmadığı bir versionu olmayı kabul eder ve her dönüşte aslında bir dönüş değilrdir.

Gittim, geldim mi bilmem ama aşka olan inancım perçimlendi. Biliyordum, biliyordum diyen sesim; vucud buldu çığlığa geldi. Unuttuğumu hatırladım, bu hayatta ölmeden bir parça ruhumu daha buldum, kavuşmanın saadeti ile tebessümdeyim halen.

Güzel bir hayaldi 4 sene önce, kısmet oldu, gerçek oldu.

Perşembe, Ekim 18

Her gidişin ardından


Her gidişin ardından, ilk o eve giriş an vardır. An be an aklına kazınan, an be an duyguların isyanda ... Her gidişin, bir de geride kalışı vardır. Bazen kalmıi bir şampuan gözlerini yaşartırken, bazen market rafında sana bakan şampuandır hüngür hüngür ağlatan. Bazen bilerek bir eşyanı geride  bırakmaktır, bazen bilerek senin olmayanı yanına almaktır. Bir umuttur işte, her ne kadar ayrılış doğal olsa da; kabulleniştir zor olan...

Seyredelim dediğin filmi izlemektir, tek başına olsan bile. Gidelim dediğiniz yere gitmektir, anlamsız tatsız tuzsuz olsa da. Verdiğin sözü tutmaya çalışmaktır aslında, esas kısmını tutamasan da kalan kırıntıları kurtarmaya çalışmak belki...

Bir düğümdür işte zamanla geçmeyen sadece alıştığın....

Perşembe, Ağustos 23

Savaş Bir Yaşam Biçimi

Bu topraklarda savaş bir yaşam biçimi, ötesi yok. Yenilmeye karşı kırılmaz dirençlerimiz var, kemikleşmiş inançlarımız ve göçer toplum olmanın yükü halen omuzlarımızda. Halen herşeyimizi gögsümüze alıp taşıyoruz, yerleşik hayata geçip herşeyi yerli yerine bırakamıyoruz. Tam burada bağrımızda herşey ve bir birisi birşey diyecek olsa bize ait, bizle ilintili herhangi bir şeye acısını bağrımızda hissediyoruz bu sebeple.
Yenilmeye gelemiyoruz, hatta durumu bir savaş olarak niteleyemiyorsak, çekişme yaratıyoruz hemen. Hemen senaryoları alıyoruz kaleme, aslında öncesinde bu olmuştu, demek orada bunu demek istemiş, ben ne salağım orada bana taş atmış, onun nesi varmış, benim neden yokmuş, ben istersem olur ama istiyorum olmuyor, ne yani ben çekişmeyi kazanamıyor muyum ? Bitmeyen çekişme senaryoları, haa durum biraz daha ciddi ise bu sefer alıyoruz topları tüfekleri elimize başlıyoruz savaşa. Savaş bir yaşam biçimi bu topraklarda ...
Futbol maçını kaybetsek savaş karşı rakip takımın taraftarlarına, patron bizi eleştirse savaş bütün kapitalist patronlara, yandaki araba önümüze kırsa savaş bu sefer trafiğe, insanlığa, istediklerimiz olmuyorsa savaş bu sefer Allah’a kitaba ... Bitmiyor içimizdeki savaş ve bitmeyecek de. Bu topraklarda yaşam tarzı olmuş savaşmak. Militarist ataların torunları olarak yerleşik düzen orduya sahip olmanın ne demek olduğunu kavrayamıyoruz. “Fair Play” bize bir anlam ifade etmiyor. Her zaman heryerde savaşa neden arıyoruz, biz bulamazsak bile içinde yaşadığımız toplum hemen bir tane düşman yaratıp koyuyor karşımıza. Bu diyor, hadi savaş ! atalarımızdan yadigar genetiğimiz ile bilmeden kim düşman, kim dost savaşıyoruz ta ki herşeyimizi kaybedene kadar ve kaybettiğimiz de de anlıyoruz aslında savaşın taraflarını; kazananlarını.
Orduya giremeyen geçenler polis oluyor, polis olamayanlar internette ona buna hacklemek için atak gönderiyor, bunu da yapamıyorsa açıyor kırdılı-vurdulu bir oyun kendisini komutan sonra kumandan ilan ediyor, ordular kuruyor, ülkeler fethediyor, düşmanlar yeniyor ... Sonra ters giden herşeye hayatta aynı oyundaki gibi savaş açıyor ve bir türlü yenilmeyi hazmedemiyor. Sakin selim düşünemeyip, sadece yenilmiş olmanın dürtüsü ile bu diğerlerinin anasını bellemeye çalışıyor. Sonra gelsin dövüşler, savaşlar, vurdular, kırdılar ... Yerleşik düzene geçme, sanayi toplumu temellerini atıp hızlıca iletişim toplumu olma yolunda ilerlemek gerek.
Komutanların dediği gibi “ Uyguladım Marş, istikamet Gökyüzü !!”.
Bugün de böyle ...

Pazartesi, Haziran 11

Vazgeçilme Korkusu


Daha dün değilmiydi, yeni kararımı aldığım. Artık hayatımda dualite oluşturmayacaktım. Kendimi sevecek ve sevilmeye layık görecektim. Daha dün bütün sevdiklerimi , aşık olduklarımı alıp karşıma, birbir teşekkür etmedim mi? Bana kendime değer vermeyi öğrettiler diye.

Eski sevdiklerim, aşık olduklarım değil miydi ?  Bana hep kendime değer vermem gerektiğini hissettiren. Ben anlamayınca acı ile öğretmek isteyen . Ve hepsini bir bir sarılıp, affetmedim mi ? Oradaki küçük kızı, ergeni, genci, genç kadını affetmedim mi? Çaresizliğinden, birşey yapmazlığından, küskünlüğünden ve birinin onu farkedip teselli edeceği beklentisinden dolayı. Başkalarının ona değer vermesi için gözleri ile yalvarmasını.

Nasıl da karnına bıçak saplanmıştı, eski muhterem hayatındaki birinden bahsederken, nasıl da boğazın düğüm düğüm kalmıştı Onun  fotoğraflarındaki yakın temas hatunu, nasıl bilememiştin onun başka kızlar için gelmiş olabileceğini, senin için gelmezken. Değiştirmemişmiydin bütün bu duyguları ve sarı – beyaz ışıkta yıkamadın mı? Bütün bu olayları adamları ...

Daha dk geçmeden geçen yaz karnına saplanan bıçağın aslında saçma sapan kuruntu olduğunu anlatan fotograf yuklenmedi mi facebooka ? Evren senin için çalışıyor derken çıldırmadın mı sevinçten.

Ve yatağa yattığında, tam nefes alamazken ve içinde eriyen buzları hissederken şimşek gibi geçmedi mi ? Bu kararında her kararın gibi test edilecek, hazırlıklı ol !! 

Sabah 11'de test edilmedi mi ? Evren işi gücü bırakmış sana çalışırken, sen bunlara böyle kayıtsız kalabildin mi ?

Yeni kararlar sevilmek istiyor, uygulanmak, uygulatmak . Ben de istiyorum, derinler de hem de. 

Pazartesi, Mayıs 21

Bir Ayım Bile Yok !




Kim bilir kaç kere girdim bu kapıdan
Kim bilir kaç kere evi dinlemeden çıkardım ceketimi
Kim bilir kaç defa bu mavi koltuğa yığıldım kaldım ...

Ve sense seni özlemediğimi sanıyorsun.

Kim bilir kaç kere varmışsın gibi kapadım gözlerimi
Kim bilir kaç kere sen varmışsın gibi açtım
Ve yine kim bilir kaç kere özledim de, diyemedim.

Ve sen beklemediğimi sanıyorsun seni.

Oysa en iyi sen bildin beni, ustanın heykelini bilmesi gibi
Ve yine en iyi sen bilirdin beni
Sende bilmediğini sanıyorsun !!!


Pazar, Mayıs 13

Kelimeler Bitince

Bugün bilmediğim dillerde şarkılar dinliyorum, sözsüz, kelimesiz müzikler. Ağzımda birikmiş bütün kelimeler, öyleki onları söylemiyorum bile, taşıyorlar kenarlardan ...

İçim kalabalık bugün, aklım kalabalık, ağzım kalabalık. Oysa ne de dingin şu deniz, şu rüzgar ...

Makasın zamanla giderek daha çok açılan ağzı gibiyiz seninle. Zamanla birbirimizden ayrılsakda, birbirimizden bu kadar zıt hayatlar yaşasak da, yanyana oturmuşluğumuz, oynamışlığımızdı bizi zaman zaman birleştiren. Bir arkadaş, bir tanıdıkdı belki bir haber verip, bir haber götüren.

Oysa sen şimdi kocaman kadın olmuştun, sanki ben halen küçük kız. Oysa senin şimdi iki tane kızın olmuştu, saçları aynı sen, gözleri aynı sen. Ve sen makasın o açılarak uzaklaşan ucundan düşmeyi seçtin. İki küçük kızı bırakarak hem de anneler gününde ! Ve ben anne olmak daha bilemezken, hiç bir fikrim yokken sen anne olmuş ve gitmiştin.

Nur için de yat !

Hayat ne garip, bir varmış bir yokmuş ... 

Çarşamba, Mayıs 9

Hani Zaman Herşeye İlaçmış Ya !

İnsan bir ömür yalnız kalabilir gibi. Sadece şu panik atak anları olmasa. Hani zaman herşeye ilaçtı ? Hani aşklar gelir ve geçerdi ? Oysa rüzgar ile sadece biraz uzağa gidiyor ve yine bir gece ansızın seni yalnız yatağında kıskıvrak yakalıyıveriyor gibi. Sonra A yüzünden B yüzüne geçen kaset gibi sende sondan başa gidiveriyorsun ve yine ilk şarkı ve yine zaman geçmiş ve hiç birşeye çare olamamış.

Zaman geçerken farkındasın aslında canının yanmalarının ve yine farkındasın aslında geçici anestezi gibi uyukladığının. Ne zaman etkisi geçince zamanın, yine neşter atılmış yerin sancısı ve acısı taa yanıbaşında, daha da artarak yakıyor canını. Yarana sahip çıkamazken daha tekrar tekrar hayal kırıklıklarının üzerine düşmeler ve yeniden yineden ve yeniden kanayan / derinleşerek devam eden yaraların.


Bıkmaların isyana dönsede zaman zaman, isyanın aslında çaresizliğinin ta kendisi. Ne kadar büyükse isyanın o kadar sahici çaresizliğin. Nefesin olmasada bir adım atmaya yine de umudun varsa bir nefes daha olacağına, beklersin. İçinde tuttuğun nefes daraltsada seni, bütün damarlarını hissetsende ve beynin parçalanacak gibi olsada biliyorsun ki bir nefes daha var. Dünya gözü ile bir görümlüğün ve olmaz ya belki bir kelamı var kulaklarının daha duyacağı. Sırf bir umut için kolay vermeyişin o nefesi ve bırakamayışın. Bırakıversende zaten kendinden birşey kalmayacak geriye ....

Salı, Mayıs 8

Yaraların Senindir

En çok senindir yaraların, yaralanmaların. En çok senindir, en çok senin canın yanar ... Ve nasıl bakarsın yaralarına ? Sarıp sarmalar mısın? her 2 dk bir ilaçlar mısın? uzun uzun anlatır mısın ne olduğunu ? Yoksa saklar mısın, göstermezsin kimlere .

Ben pek bakmam yaralarıma, çok korkarım ama yaralanmaktan. Düşmekten, kırılmaktan, zarar görmekten. Ama bir kere yaralandım mı da, bir sonrası gelmez aklıma. Hatta bazen ben kendim çeker kopartırırım yaraların kabuklarını; bile bile kemiririm kenarından kenarından. Ne ilaç süresim gelir, ne bakım yapasım. Farketmeden de elim hep yaranın üzerindedir, canımı yaka yaka yine de oynarım işte.

Siz nasıl bakarsınız yaralarınıza ?

Gevezeyim Bugünlerde

Çenem düştü, balkona çıkıp güneşte yatan kediye , damda duran martıya, esen rüzgara, geçen kadına laf atasım var. Ne diyeyim ? diye bir saniye bile düşünmeden, aklımda o an ne oluyorsa ondan bahsedesim var. Var da var işte.

Bilmediğim kişilere sanki yıllardır biliyor gibi sarılasım, bir gün gördüğüm birine kırk yıllık dost muamelesi yapasım var. Bütün kalıpları kırıp, kırılmış kalıptan yavaş yavaş sızıp toprağa karışasım var.

Bugünlerde öyle bir gevezelik var. 

Pazartesi, Nisan 2

Bir Çay Dükkanı - Premium Steap

Çayı oldum olası sevmedim. Bizim oralarda çay biraz demli olur. Küçük ince belli bardakta, tabiri caiz ise zift gibi siyah olarak içilir. Benim gelişim çağımda bu içeçek hiç güzel gelmezdi. İçmedim, uzun bir süre. Belki bir bardak, o da açık. Hele ki normal çayın dışında içerisine iran çayı veya kaçak çay diye tabir ettiğimiz başka çaylar ile harmanlanmış çayları hiç içemezdim. Şanslı olmalıyım ki, nane, kuşburnu çayları imdadıma yetişti. Ve herkeste olan bir çay içelim alışkanlığı ben de kahveye dönüştü. Ders çalışma ve daha sonra çalışma süresince kahve çok tüketemediğim için, aslında kahve öyle çay gibi iki bardak arka arkaya içilen birşey değil zaten, başka çay arayışlarım devam etti.


Premium Steap photo by K. Ciappa
Phildelpia'daki arkadaşımda denediğim ve çok hoşuma giden çayları ikinci gün gidip almıştım. Şimdi çaylarımın dibi gelmeye başlayınca, burası ile ilgili biraz araştırma yaptım. Malesef US dışına göderdiklerini belirten bir ibare yok. Artık gelenden isteyeceğim.

Ben iki tip çay almıştım. İkisi de yeşil çay , bir tanesi " yasemin ve naneli", diğeri ise " passion fruit". İkincisinin türkçeye çevirilmişi bir anlam ifade etmediği için çevirmedim. Bizim lokman hekimlerden farklı bir dükkan. İçeri girdiğinizde, oturabileceğiniz bir kaç koltuk var. Ve raflarda onlarca kavanoz. İsterseniz orada içebiliyorsunuz, isterseniz alıp evinizde. Çayların isimlerini okurken, bukadar da çeşit olabileceğini hiç düşünmediğimi farkettim. Hatta bunların hepsini ka. günde denerim hesabı bile yaptım. Sizi gülümsemesi, çok özenli kıyafeti ile orta yaşlarında bir bayan karşılıyor ve çaylarını size isterseniz saatlerce anlayabiliyor.

Çayların yanında çay aparatlarını bulmakda mevcut. Ben valizimde kırılmayacaklarına emin olmadığım ve önümde gezerek geçireceğim daha bir hafta olduğu için ilgilenemedim. Ama çok zarif çay takımları bulmak mümkündü. Ohjoy'un blogundan çekmiş olduğu fotoğrafı buldum. Bakınız,


Dükkanın adı Wayne Tea Salon,adresi ise PREMIUM STEAP 111S 18th Street Philadelpia.
Umarım bu kadar kaliteli, güzel ve çeşitli çayları buralarda da bulabilirim.

Limon Çiçeği

Hiç Anne Dememiş Olmak

Daha 1.5 yaşındaydı annesi onu bırakıp gittiğinde. Yıllarca hatırlamadı yüzünü. Annesi gidince sığındığı babasıda 1 yıla kalmadan gitti, bıraktı onları yalnız babannenin ocağına, bırakıverdi ...

Annesinin yüzünü hatırlayamıyorken daha babasının yüzünü unuttu. Babasının yırttığı resimlerin yarısında annesinin yüzünü hayal etti, bir zaman sonra o resimleri de unuttu.

Ağzından çıkmadı o kelime, ta ki 22 yaşına gelene kadar. Çıkıp gelince annesi, durdu, kaldı. Ağzı açılmadı, ses çıkmadı, gözleri dolmadı, sadece dondu kaldı. Geçmişi ile bir buluşma ve bir geleceksizlik hali. Bitti içindeki bütün öfke. Ne çok ağlamıştı oysa, yıllarca ağlamıştı, annesizliğine - babasızlığına. Çevresinde "annem aldı" " annem gelecek" " anneme söylerim" sözleri hep bir düğüm daha dizmişti boğazına.. Ve şimdi şu an burada annesi burada karşısında dururken her düğümü daha da bir daralıyordu, nefes alamıyor, ses çıkartamıyor. Ve o anlamadığı hiçlikte, boşlukta yok oluyordu.

Sonra ellini geriye doğru salladı, sanki gördüğünün rüya olduğunu anlamış gibi ve geçip gitti kadının yanından. Sonra çok denedi anne demeyi ama hep "a .." harfinde takıldı, düğümler daraldı yine, yine nefessiz kaldı, yine karanlığa boğuldu ...

Bir daha elini geriye doğru salladı, olanları hiç canı yanmadan kabul edebilmiş, edebilirmiş gibi.

Yakınlardan bir hikaye, ne çok dram var aslında çevremde, ne çok tramva ve herkesi kendi mücadelesinde tebrik etmek gerek. Nasıl bu kadar güçlü olabildiğimizi merak etmekle birlikte.

Herkese iyi geceler.

Pazar, Nisan 1

Darbe Görmüş Gençliğin İçi

X kuşağı, Y kuşağı derken bir de Z kuşağı çıktı. Kendimi hep X kuşağında görme eğiliminde olmuşumdur. İşe ve işyerine sadakatim, kişisel başarıdan çok takım başarısına olan inancım, kariyer aptallarına tahammülsüzlüğüm, reklam kokan konuşmaları içten içe alaya almalarım... X kuşağıyım diye düşünürüm. Parayı dert etmeden, işe göre çalışıp sonra terfi , zam isterim. Aldığım maaşa göre çalışmam. Fazla mesaiye kalındığı için iptal ettiğim etkinlikleri, yanan tiyatro - konser biletlerimi çok laf etmem. Tatilde aranmaktan rahatsız olmam ...
Oysa hep bir tarafım var ki, içimde sık sık karşıma çıkan bir taraf. Anarşistliğin alev alev yandığımı, bütün düzeni beğenmeyip elimde kırmızı bir kalem ile düzeltme isteği, çok kırmızılı olduğu için yıkıp herşeyi baştan yapma gerekliliği. Darbe öncesi kuşağın genlerinde olan birşey mi? Yoksa darbeyi daha bilinçaltı kodlanmamışken yaşamış yaşayan gençliğin akibeti mi ? Darbe zamanında 0*6 yaş arasında olan çocukların, bebeklerin içine kazınmış olabilir mi ?

Bir karşıyım otorite dedikleri düzene, bir karşıyım sisteme, ve dahasında sistemsizliğe . Sizinde içinizde var mı o anarşistlik, yoksa siz darbe sonrası doğup üniversitede "cool" takılmak için mi yeşil parkalar içinde rol yaptınız ? Ben yeşik parka giymedim, eylemlerde ön sırada olup slogan atmadım ama ne iş yaparsam yapayım; hangi konuyu incelersem inceleyeyim yıkıp herşeyi yeniden yapasım var. 

Bu açıdan bakında ben hangi kuşağım acaba ?

Herkese iyi haftalar

Pazar, Mart 18

Delilendi Yine Ruhum

Orada, görmediğim bir yerlerde birşeyler oluyor. Hissediyorum. Biliyorum. Barış Manço'nun söylediği gibi : Geliyor ... Dönence.

Son 1.5 yıldır farkettiğim birşey bu. Ne zaman ekinoks gelse bende bir değişim, bir başka titreşim, bir garip ruh hali vuku buluyor. Kah başıma ağrılar giriyor (ki pek ağrımaz), kah sevinçten havalara uçuyorum. Bu sefer ise bambaşka birşeyler var, biliyorum, hissediyorum.

Yerimden zıplatacak kadar, sırıtışımı durduramayıp metroda elimle kapatmak zorunda kalacak kadar, yatağa gitmemek için türlü bahaneler bulacak kadar, sabahın köründe kargalara kahvaltı hazırlayacak kadar. Öyle birşey yani.

Gözümü kapatıp bu hissettiğimi anlamaya çalışsam, renkli renkli balonlar çıkıyor içimden, tepemden yükseliyor. Ne zaman kapatsam gözlerimi, San Francisco sokağından dökülen renkli toplar geliyor gözümün önüne. Ne zaman kapatsam gözümü üfleyip balon yapılmış bulaşık suyundaki baloncuklardaki gökkuşağı renkleri geliyor. 

Açıklamasını yapasamda, uyku tutmuyor , boğazımdan yemek geçmiyor ve bir huzur ki birşey olsun diye beklemiyor. O balonlarla bende hayallere uçmak istiyorum, hepsi farklı bir versiyon olan bana uçmak ve bilmeden uçmak. 

Biliyorum, görüyorum, bugün yarın gelecek dönence :))

Herkese iyi haftalar !

Cumartesi, Mart 10

Aşk Mümkün müdür ?

Akşam kavuşmadan
Dükkan kapanmadan
Hayat savurmadan
Yıllar sararmadan
Aşk mümkün müdür hala
Aşk mümkün müdür hala

Zamana aldırmadan
Korkmadan utanmadan .... 


Bu akşam Levent Yüksel akşamı oldu. Son iki saattir şarkılarını arka arkasına dinleyip
 ilk dinlediğim zamanları hatırlamaya çalışıyorum. Eskiden daha mı güzeldi şarkılar, yoksa aşklar mı daha yoğun ? Karma karışık duygular hissettimse de her şarkıda, nedenini tam bilemedim. 


Med cezir ile isyanım kabarmış, elim havaya kalkmış, kadınım ile deli adama darılmış, sultanım ile fıkır fıkır oynamış, zalim ile kafayı bulmuşluğum birer birer geldi aklıma. Sertab ile evlenmeleri, boşanmaları ve dostlukları hep örnek olarak kalmıştır aklımda. Aşkı başıyla ve sonuyla, herşeyi ile kabul etmiş ve yaşamışlardı, hepimizin gözü önünde :)




Şimdilerde ise dans edilen pek çok mekanda Sultan Süleyman remiksleri var, muhteşem dizisinin etkis iile herkes tam bu şarkıda daha bir kendinden geçiyor; hayatın geçiciliğini derinden duyumsayıp göbecikleri atıyor. 


Oysa Levent Yüksel benim yaşlarımdaki hemen hemen herkesin arkadaşıdır bir çeşit. Ne rock ne caz yapma kaygısı gütmüş, ne topstar olmak için çabalamış, kendi sadeliğinde kendisini ifade etmiştir. Herkes de bu hallerini kabul etmiş, bir arkadaşı sever gibi sevmeye devam etmiştir. 


Peki aşk mümkün müdür hala ?




Perşembe, Mart 8

Yeniden başlamak vs Devam etmek

Ne demek gerekir ? Bir şey denmesi gerekmez aslında.
Gidene kızgın değilsen, kırgın değilsen "Hoşgeldin" dersin. Gelen senin "Hoşgeldin" deyişinden bilir.

Ben de geldim. Kendimi uzun süre ifade etmemiş olmanın, bu kadar zaman suskun kalmanın ardından geldim. Yazmaya, konuşmaya ve susarken öğrendiklerimi anlatmaya geldim.

Hoş geldim ...

Makarnalar

Malum rejimde verilen kiloları hemen almamak için denemelerimi yeme potansiyeli oldukça yapıyorum. Bu yüzden tarifler biraz aralıklarla gelebilir. Tabi aklım, fikrim, gönlüm mutfakta o başka :))

Herkesin severek yediği makarnaları ele almak istedim. Giderek artan yemek kitaplarım arasında, elime de "101 essentials tips pasta" kitabı da geçince hemen yazmak istedim. Bildiğimiz makarna aslında bildiğimiz makarna kalıbından hızla çıkıyor. Annelerimiz sadece makarna yapmazlardı, makarna pilav yerine geçen bir çeşit destekleyici yemekti. Artık öyle mi ? Makarna artık sofranın esas yemeği haline geldi. Bunu tabi çeşitlenen makarnalar ve soslarına borçlu olduğumuzu düşünüyorum.

Makarnalar boylarına, şekillerine ve kalınlıklarına göre isimlendiriliyorlar. Ben spaghetti türünden olan ince uzun olanları ayrı bir kategoriye koydum ve önce bunları anlatıyorum.




BUCATİNİ: Yuvarlak, uzun ve içi boş olan makarna
LINGUINE: Yassı, uzun ve ince olan makarna
SPAGHETTI: Yuvarlak, uzun ve bucatiniye göre daha ince olup, içerisinde boşluk bulunmuyor
TAGLIATELLE: Yassı, linguine'ye göre daha kalın ve rulo şeklinde olan makarna
FETTUCINE: Tagliatelle'den daha kalın, uzun olan makarna, ben bunu bizim erişteye benzetiyorum
PAPPARDELLE: Kalın erişte diyebileceğimiz makarna
LASANGE: Yassı, geniş makarna. Foroğrafta genişlik olarak az tutulmuş ama dilim dilim olduğunu sanırım hepimiz biliyoruz

Bir de türkçeleştirdiklerimiz var. Düdük, kıvırcık, kelebek...



ROUTE: Bisiklet tekeri şeklinde
FUSİLLİ: Kıvırcık
FARFELLE: Kelebek
PENNE: Düdük Makarna
CONGHİGLE: Deniz kabuğu şeklinde
TORTELLİNİ: İçi dolgulu, hazır mantı olarak tabir ettiğimiz
RİGATONİ: Penne'ye benzeyen ama şekli farklı
CAPPELLETTİ: Yine dolgulu olup, parmak çevresinde dolanmış gibi görünen

Elimdeki kitapta elde makarna yapmanın tarifini veriyor. Dikkatimi çeken makarna yapmak için o kadar fazla alet edavat var ki ! Hazır almak daha kolayıma gelmedi değil. Tabi hayallerimdeki mutfağıma ve zamanıma ulaştığımda kendime herşeyi ellerimle yapma konusunda söz veriyorum. En güzeli, en lezzetlisi budur değil mi ?
Kitabı okudukça makarnanın püf noktalarını sizinle paylaşacağım.
Limon Çiçeği